'Onu öyle pataklayacağım ki, şapkasını
ayakkabı çekeceğiyle takmak zorunda kalacak!'
[MUHAMMED ALI CLAY]
Çocukluğumda, babamla sabaha karşı uyanır,
Muhammed Ali'nin maçlarını izlerdik.
Tarihî bir an'a tanıklık ettiğimi
sezerdim.
Müthiş heyecanlıydı…
'Bizim Ali'nin kazanması için dua ederdik.
O, ringe çıktıktan sonra, boks
eldivenlerini semaya açarak dua ederdi.
Annemin ABD'de akrabaları vardı.
Muhammed Ali de onlardan biri gibi
görünürdü bana.
Dahi sporcu, gelmiş geçmiş en iyi boksör,
çocuk gözümde bizim aile dostumuzdu.
'ŞAMPİYON'UN DURUMU AĞIR…'
Kardeşi Rahman, 1942 doğumlu Şampiyon'un
durumunun ağır olduğunu açıkladı:
'Yaza kadar yaşar mı bilmiyorum. Belki bir
iki ay, muhtemelen birkaç hafta… Beni bile tanıyamıyor artık. Günleri sayılı.
Kaderi Allah'ın elinde.'
Bu haberi okuduğumda, kalbime bir yük
bindi.
Zira, Muhammed Ali, dünyadaki tüm yoksul,
mahrum, ezilen, dışlanan insanlara ilham ve umut vermişti.
ŞİİRSEL RESTLER,
DAHİYANE JESTLER
1960'ta daha 18 yaşında bir gençken, Roma
Olimpiyatları'nda kazandığı altın madalyayı Ohio Nehri'ne fırlattı.
Çünkü gittiği restoranda siyahlara servis
yapılmıyordu!
???
Ali, tüm mazlumlar adına, tüm zalimlere
karşı dövüşüyordu.
Şiirsel restlerin, dahiyane jestlerin
adamıydı.
Facing Ali [2009], When We Were Kings [1996]
belgesellerini mutlaka izlemelisiniz.
MUHAMMED ALİ, BERTRAND
RUSSELL DOSTLUĞU
Vietnam işgaline katılmadı.
En Büyük Benim [The Greatest] adlı
otobiyografisinde konuyla ilgili bir hatırasını anlatır.
Size özetleyeyim:
Salonda idman yapıyordum. Bir tv muhabiri
yaklaştı: 'Orduya katılıp Vietnam'a gitmeyecek misiniz?'
Cevap verdim: 'Vietkong'larla ne derdim
olabilir ki? / Onlar bana hiç 'Pis Zenci' demedi?'
Sonra duş aldım. Eve yollandım. Bir de
baktım ki protestocular evimi kuşatmış.
Ellerinde pankartlarla aleyhimde slogan
atıyorlar.
Şaşırdım. Bahçeyi, yuhalamalar eşliğinde
geçip zar zor kendimi içeri attım.
Kardeşim Rahman durumu açıkladı: 'Vietnam
hakkında söylediklerin, insanları çok kızdırdı.'
Evdeki üç telefon da durmaksızın
çalıyordu. Ahizeyi kaldırdım. Yaşlı bir kadın sesi: 'Seni koca ağızlı boksör
bozuntusu! Bizim evlatlarımız Vietnam'da ölürken, sen neler zırvalıyorsun
böyle!...' Tak, kapattım.
Diğer telefonda öfkeli bir genç adam:
'Amerika'dan nefret ediyorsun, fakat Amerika senden daha çok nefret ediyor,
gösterişçi budala!' Kapattım.
Bir süre sonra, kardeşim, 'Bertrand Russel
adında bir adam seni arıyor' dedi.
Ahizeyi aldım. Telefondaki ses: 'Muhammed
Ali'yle mi konuşuyorum?'
'Evet, Mr. Russell, sizi dinliyorum.'
'Tebrik ederim. Şampiyonlar genellikle
iktidarın kuklasıdır. Siz öyle değilsiniz. İşgal ordusuna katılmayı reddetmeniz
takdire şayan.'
O günlerde sık yaptığım bir espriyi
yapıştırdım: 'Göründüğün kadar aptal değilmişsin ahbap.'
ANAAAAA! BRITANNICA!
Birkaç ay sonra, boks lisansımı elimden
alan heriflerle görüşmeye gitmiştim.
Bekleme salonunda oturuyordum. Bir de
baktım ansiklopedi. 'Anaaaaaaa! Britannica!' diyerek rastgele bir cildi çektim,
karıştırmaya koyuldum.
A-ha! Bertrand Russell! 20. yüzyılın en
önemli matematikçi ve filozoflarından biri olarak tanıtılıyordu. Üstelik, Nobel
Edebiyat Ödülü almıştı! Ve ben bu adama 'Göründüğün kadar aptal değilsin ahbap'
demiştim! Utancımdan yerin dibine girdim.
Derhal, Bertrand Russel'ı aradım:
'Efendim, lütfen bağışlayın. Ben, Louisville'de doğmuş bir serseriyim. Sizi
tanımıyordum. Kabalık ettim…'
'Hiç de değil. Lütfen dert etmeyin. Af
dilemenizi gerektiren bir şey yok. Bu arada, eşim de size selamlarını
iletiyor.'
Russell'ın tüm kitaplarını okudum. Çok
sevdim. Öyle ki, onun bir fotoğrafını sürekli cebimde taşıyordum. Sık sık
telefonlaştık. Bir fırsatını bulup görüşmek istiyorduk. 1970'te Londra'ya
gittiğimde aradım. Kısa bir süre önce ölmüştü…
Cebimden fotoğrafını çıkarıp baktım:
Hakikaten de… göründüğü kadar aptal değildi.
Murat MENTEŞ